8 Eylül 2014 Pazartesi

Kara Masallar

“Kara Masallar”

Geçenlerde sosyal medyada bir yazı okudum. Aynen şu şekilde yazıyordu;
“Çocukken Tarzan'ı neredeyse çıplak seyrettik, Kül Kedisi eve gece yarısından sonra gelirdi, Pinokyo yalan söylerdi. Batman arabayı saatte 300 km hızla kullanıyordu. Red Kit’in ağzında devamlı sigara, Temel Reis’te pipo ve dövmeler vardı, Pacman hapları yutup yutup dijital müzikle patlayıp koşturuyordu. Kırmızı başlıklı kız, kırmızılarla ormanda tek başına gezerdi. Rapunzel, saçlarını uzatıp kuleye erkek alırdı.
Velhasıl, kimse yeni neslin ‘Normal’ olmasını beklemesin. Hepimiz bu masallarla büyüdük”

Şeklinde sonlanıyordu yazı.

Masaldır olabilir bunlar tabi ama hep bu şekilde örneklerle anlattığımız karakterler çocuğun bilinçaltına hepimizin elbirliği ile işleniyordu. Çocukların en fazla alıcı olduğu dönemlerde onlara verdiğimiz örnekler bu şekilde olunca idolleri de o karakterler olması kaçınılmaz.

Çocukların kocaman hayaller dünyasına teker teker bu karakterleri bizler yerleştirdik ve onların karakterlerini de biz şekillendirdik.

Algı yönetimi şüphesiz çok tehlikeli bir şey. Eskiden masallar vardı şimdide sübliminal mesaj içerikli çizgi filmler var sanırım. Bir şekilde ileride sorun çıkarabilecek ya kendine ya da başkalarına zarar verebilecek potansiyel suçlular yetiştiriyorlar.

Bizim kendi masallarımız daha safi, daha içtendi sanırım böyle düşündüğümüzde. Anadolu çocuğu Keloğlan ile Aksakallı Nasrettin Hocamız daha eğiticiydi sanırım : )



Televizyonlarda evimize soktuğumuz ayrı bir casus bazı kanallarıyla veya dizileriyle..

Yengesiyle ilişki yaşayanlar mı dersin, Baldızıyla dost hayatı yaşayanlar mı. "aşçı bahçivana, bahçivan şöföre, şöför uşağa sonra hepsi uşağa" gibi telekominikasyon ağı şeklinde ilişkiler.

Her kanalın ayrı bir algı yönetme çabası var. Tartışma programlarının amacı artık birini yüceltme veya birini gömme içerikli olmuş tamamen. Ortak doğruyu bulmaktan çok paraya hizmet eden insanlar haline gelmişler. Herkes bir taraf olup kitleleri etkilemeye, görüş empoze etmeye çalışıyorlar. Televizyon iletişimi bir silah halini almaya başlamış artık. Özenle seçilen konuklar ve yine özenle seçilmiş konular ile herkes birbirini gömme çabasına girmiş.

Masallardan televizyonlara kadar bu algı yönetme çabası bir suçtur bence. İnsanlık suçu.

Çocuklarınızı koruyun, onlar için daha özen gösterin. Onların hayatını siz şekillendirebilirsiniz. Sürekli müdahale ederek değil ama yerinde müdahale ederek.

5 Eylül 2014 Cuma

“Kıyafetsiz Kelimeler”

“Kıyafetsiz Kelimeler”


Ahlak çok geniş bir kavram. Neyin doğru veya neyin yanlış olduğuyla ilgilenir. Kişiye, aileye, kültüre, coğrafyaya göre değişkenlik gösterebilen bu etik bilimi, değer yitirmeye başlamıştır.

Yürürken, bir bankta otururken, trafikteyken ve bunun gibi bir sürü eylem içinde bir sürü insan ile karşılaşıyor ve bazılarının tüm etik kurallarını çiğneyerek, kıyafetsiz kelimeleri bağıra bağıra söylediklerini görüyoruz. Özgürlük bu olmasa gerek.

“Nerde o eski zamanlar” diye yakınmayacağım ama günümüz koşullarında çok yaygın bir iletişim ağı var ve bu iletişim dünyalarında ahlak altı olarak bir sürü durum ve vaziyet var. Hal böyle iken düzey azalıyor ve kelimeler çıplak kalıyor.

İsteyen istediği gibi küfredebilir, bizi çok bağlayan bir durum yoktur bunda. Yalnız öyle bir hal aldı ki en kalabalık ortamlarda bağıra bağıra söylemenin şuursuzca olduğundan bahsediyorum. Çık kimsenin olmadığı yere dilediğince haykır. Ama insanları rahatsız etmeye hakkın yok.

Atanamamış bir eğitimci olduğumdan mı bilmem ama eğitimin önemini çoğu yazımda dile getiriyorum. Ailelere, öğretmenlere çok görev düşüyor. 15’ inden 15’ini bekleyen öğretmen mantığından çıkıp toplum adına dişe dokunur bir şeyler yapmaları şart.

Ali ata bak, Ayşe ip atla’ nın yanında insanlara küfür etmemeyi de öğretmeleri gerekir küçük yaşta. Peki ya aileler? Çocuklarına “Oğlum, amcaya şöyle küfret, bunu söyle” kafasında oldukça hep bir elden seviye düşüyorlar.

Ahlak masası sahilden sevgilileri toplamakla uğraşıyor veya tavla oynaması yasaklanıyor insanların. Küfredeni uyarsan kavga çıkacak, suçlu sen olacaksın polis nazarında.

Kendilerine değer vermeyen insanlar başkalarına da değer vermez. Kendine güvenen, kendini sevebilen çocuklar yetiştirmeliyiz ki dillerinde küfür yerine sevgi olsun.

“RENK RENK PSİKOLOJİ”

“RENK RENK PSİKOLOJİ”


Renk sözlükte, cisimler tarafından yansıyan ışığın, gözde oluşturduğu duyum olarak geçmektedir. Güneş ışınlarının cisimlere düştüğünde bizde gözde bıraktığı etki vs.

Ama sadece bununla sınırlı değildir. Renk hayatımızda önemli bir yere sahip olan bir tanımdır. Ve o kadar önemlidir ki bugün dünyada birçok şirket kendisi için doğru rengi kullanmak adına milyonlarca dolar para harcıyor. Çünkü renkler bizi neşelendirir, duygusal, hırçın veya sinirli yapabilir. Aç değilken bile acıktığınız hissine kapılabilirsiniz.

Artık insanlar bu konuda daha bilinçli, Ebeyevnler çocuk odalarını bile renk psikolojisini düşünerek dekore ediyorlar. Çocuğunuzun odasını kırmızıya boyadığınızda sonucu düşünmek bile istemezsiniz : )



Çoğu renk, kullanım yerine göre farklı anlamları içermekle birlikte genel anlamda bir şablon oluşturulmuştur. Mavi, sakinleştirici ve dinlendirici bir renktir mesela. Bebek ürünleri, ilaç firmaları, sigorta acentelerinin maviyi kullanma sebebi güven ve dürüstlüğü temsil etmesindendir. Duvarları mavi olan okullarda çocukların daha az yaramazlık yaptığı tespit edilmiş.

Yeşil, doğallığı temsil eder. Mavi kadar güven verir ve sakinleştirir insanı. Yeşilin insan gözünde en güzel algılanan renk olduğu söyleniyor. Bu yüzden “Dolar” daha cazip geliyor. Bankalarda bunun farkında ki çoğu yeşil yeşil kullanıyor.

Mor dendiğinde asalet akla gelir. Tarih kitaplarına göre saray mensupları ve kraliyet aileleri mor giyerlermiş. Bir diğer durum da şudur ki intihar edenlerin çoğunun odası mor renkte olduğu söyleniyor. Evinizi mora boyamadan önce düşünmelisiniz bence.

Kırmızı, güzel ve çekici bir renktir. Sıcak bir renk olmasından dolayı iştah açar ve aç hissettirir. Çoğu fast-food firmasının logoları kırmızı. Neden acaba ?

Geniş alanlarda kullanımı insanı huzursuz eder ve sinirli yapar. Kırmızı dekore edilen bir ortamda çok fazla durmak istemez insan.

Sarı üzerine yazılan siyahın, en dikkat çeken yazılar olduğu keşfedilmiştir. Taksilerin sarı oluşu da tesadüf değil, düşünce ürünüdür. Dikkat çekmesi bir yana gelip geçiciliği temsil eder sarı. Ayrılığın ve hüznün de rengidir ayrıca.

Turuncu, yaratıcılığın, fikrin rengidir. Zihni canlandırır. C vitamininin rengidir, iştah açar ve “Ben burdayımmm” diyen bir renktir.

Siyah aslında renk olmama durumudur. Asilliği, gücü ve tutkuyu simgeler. Gizemlidir, ciddidir.

Türkiye ve Avrupa’da matemi simgelerken Japonya’da mutluluğu temsil eder. Buda bu konuda kesin bir yargı olamadığını, kültüre, coğrafyaya ve kişiye göre değişebilir. İstisnalar kaideyi bozma.

Renkli günler dilerim.

Dar Alanda Kısa Paslaşmalar

Dar Alanda Kısa Paslaşmalar


Yaratıcılık marifet ister, bilgi ister, güven ister. Sınırlar konulduğunda bir şeyler üretebiliyorsa insan asıl o zaman yaratıcıdır. Alan daraldıkça üretebilen insan alan geniş olduğunda harikalar yaratabilir ki bu yüzden kartvizit tasarımları önemlidir bir kurum ve kuruluş için. Bu çok güzel olmuş dediğiniz 8-5 ölçüsündeki bir kartvizit kurumun en belirgin kimliğidir. Sadece logo ve iletişim bilgilerinin yer almasından ziyade nerede, nasıl ve ne ölçüde yer aldığı önemlidir.

Bir futbolcu mesela... Kocaman statta her şey yapabilir. Ama 3 futbolcunun baskısı altında neler yapabildiğidir yaratıcılık veya yetenek. Messi neden seviliyor sizce? Ya Maradona’nın saha boşmuş gibi bir sürü futbolcuyu çalımlayarak geçmesinin sonucu yeteneği veya yaratıcı teknik bilgisi değil midir?


Jan van Eyck'ın Arnolfi’nin evlenmesi adlı eserindeki aynanın işlenişi mesela. Tamamen bir ustalık örneğidir. Resmin geneli bir ustalık örneğidir fakat o aynanın detayları gösteriyor asıl hüneri. Veya minicik bibloların işlenişi..
Grafik tasarımda böyle bir süreçtir. Kullanılan rengin anlamı, psikolojisi , yazının punto değeri, logonun yeri ve ölçüleri…

Küçük adımlar büyük başlangıçların temelidir.

Çıkmaz Sokak “ATAMA”

Çıkmaz Sokak “ATAMA”


“Ben öğretmen olacağım” idealiyle her türlü imkan ve imkansızlıkla girdiğin okulunu bitirirsin ve karşına öyle bir engel çıkar ki sudan çıkmış balığa dönersin.

Gelişen ve değişen ülkemde 2013-2014 yılı itibariyle yaklaşık 350 bin atanamamış öğretmen var. Her geçen gün yenileri de ekleniyor bu atanamayanlar kervanına. Aile baskısı, dershane parası , ne olacak benim halim kaygısı da paralelinde artmaya devam ediyor. Ve intihar haberleri de.

MANŞET : “34 Atanamayan öğretmen intihar etti”.

Devlet tarafından herkes atanacak diye bir kaide yok açıklaması üzerine akla şu soru geliyor; o zaman eğitim fakültelerine atama yapabileceğiniz sayıda alım yapacağınıza yığınla öğrenci alıyorsunuz ? Neden emeklilik yaşı 65’e çıkarılıyor ve bu yüzden yeni nesil kadro bulamıyor? Çocuklara tablet dağıtılıyor ama tableti öğrencilere gösterecek olan öğretmen tablet nasıl kullanılır bilmiyor. Ne kadar vahim bir durum. Yapılandırmacılık (İlerlemeyi esas alan) bir eğitimi benimsediğinizi söyleyip buna göre hareket etmemek komik. Önce öğretmen nasıl kullanılır öğrenecek sonra öğrenebildiği ölçüde öğrencisine aktaracak…

Bir ülkenin en önemli yatırımı eğitimdir. Yeni nesilleri sağlam bir donanım ile yetiştirmezsek ne geçmişimiz kalır ne de geleceğimiz olur. Eğitim ve atamalar politikanın enstrümanı olmamalı. “Bize oy verirseniz 40-50 bin atama yaparız” mantığının ülkeye zarar verdiği ortada. Okul öğrencilerin vakit geçirmek ya da yoklama da sadece -geldi mi? Geldi- olarak bakılan bir yer değildir. Okul geleceğin temellerinin atıldığı bir yerdir. Askeriyede görev alan personelin 20 yıl sonra hangi mertebede olacağı belliyken üniversite son sınıfta okuyan gencin nerede, ne olacağının belli olmaması, durumun ne kadar ciddiye alındığının göstergesidir.



KPSS’nin öğretmen yeterlilik sınavından ziyade bir eleme sınavı olduğu ve alakasız bir şekilde alım yapıldığı da ayrı bir gerçektir. Örneğin, resim öğretmeni matematik çözemeden atanamıyorsa bu sistemin bozukluğunun kanıtıdır. “Öğretmensin sen artık” diye diploma verdiğiniz gençleri tekrar yeterli mi değil mi adı altında sınava tabi tutmak kendi eğitim sisteminin ne denli boş olduğunu gösteriyor.

Umarım intihar eden gençlerin haberlerini artık almayız.

Bu arada bu gençler atanamayan öğretmen değil, ataması yapılmayan öğretmenlerdir.

Ramazan dolayısıyla kapalıyız !

Ramazan dolayısıyla kapalıyız !


Urfa’da bir heykele baş örtüsü, beline de şal bağlamışlar ramazan dolayısıyla insanları rahatsız ettiği gerekçesiyle. Ülkem insanının sanata bakış açısının bir nevi özeti olsa gerek bu tablo.

Bir resmin ya da heykelin “nü” olması ayıp değildir. Ayıp olan insanların o heykele baktıklarında düşündüğü akıl almaz fikirleridir. Su taşıyan heykelin kendi içindeki anlamını bir yana bırakıp onu bir cinsel obje olarak görmek önce insanın kendini sorgulaması gerektiği anlamına gelir. Faal olarak günahkâr görünmese de zihin olarak bir günah işlediği kesin.



Geçenlerde de damacanaya tecavüz haberi çıkmıştı?

“Nü” Fransızcadan işlenmiş, Türkçede çıplak anlamına denk gelen bir kelimedir. Yapılma amacı ise insan bedeninin hem teknik olarak çiziminin zor olması hem de öğretici olması olarak açıklanıyor. Anatomiyi resmetmek sakıncalı olmasa gerek, tıpkı bir kadının erkek doktora muayene olmasında bir sakınca olmaması gibi.

Şu diyaloglara da şahit oldum ;
- Hangi bölümü bitirdin ?
+ Resim Öğretmenliği.
- Hee.. Çıplak resimler çiziyorsunuz yani ?


Benimde nü resmi mi çizsene diyerek de alaycı tavrına devam edenlere de.

Bu cinsellik algısı, her şeyi bel altı düşünme alışkanlığı ne zaman biter bilmiyorum ama nasıl biteceği aşikar. Eğitim, eğitim, eğitim…

Daha eğitimi bile adam gibi yapamayan bir toplum olduğumuzdan, öğretmenlerimizi karpuz seçer gibi seçtiğimizden dolayı ne zaman biter bu algı bilmiyorum.

Sanat yoksunu bir millet olduğumuz yeni örnekleriyle karşımıza çıkıyor işte. Sanatın ilerlemesi ile toplumun ilerlemesidir paralel olan ki o zaman taksimde turistlere taciz haberleri almayız ya da annelerimizin, kardeşlerimizin rahatça sokakta gezebildiklerini görebiliriz.

Kısacası sanat, ruh demektir. Çıplak demek değildir.

Mutluluğun Resmi

Mutluluğun Resmi


Mutluluk neydi ? En sevdiğimiz mi? Yoksa hayallerimiz miydi? Yok muydu çizebilen mutluluğun resmini ? Neden bu kadar soyuttu bize ? Abidin’e verilseydi tüm tuval ve boyalar yapabilir miydi gerçekten resmini?

Mutluluk, TDK sözlüğünde “bütün özlemlere eksiksiz ve sürekli olarak ulaşılmaktan doğan kıvanç durumu” olarak tanımlanmakta.

Özlemlerden mi ibaret mutluluk.?

Her an mutlu olabilir bence insan. Radyoda çalan şarkıyla, Kitaptaki anılarla, Bir sözle belki de..

Anılar değiştikçe mutluluklarımız da beklentilerimize endekslendi ve mutluluğun sabit bir resmi olmayışı bu yüzden sanki. Ya da “Şunu yaparsan kesin mutlu olursun” diye bir durum olmadığından veya herkes için geçerli olmadığından mıdır ki ?

Sabit bir resmi olmadığı gibi sabit bir tanıma sığdırmak da çok doğru değil bence. Hep fazlasını isteyen insan, özlemlerine kavuşsa bile kısa bir mutluluk yasadıktan sonra yeni özlemlere yelken açacak ve mutluluğu bir adım daha öteye atıp ulaşmaya çalışacak ama bu süreçte hep mutsuz mu olacak?

Kimi sevdikleriyle kimi yalnızlığıyla… Sadelikten haz alanlar da vardır, alacalıktan da… Sonuçta herkes farklıdır, mutlulukları da…



Hatırlasanıza, çocukluktan yetişkinliğe kadar ne kadar resim çizmiştik anılarımızla. Nefes nefese oynadığımız saklambaçlar mı, yoksa halı kenarını yol yapıp sürdüğümüz terlikler miydi mutluluğumuz?

Aslında herkes kendi resmini çiziyor yaşadıkça. Her anısından birer kare ekliyor ve büsbütün bir ömrün tablosunu yapıyor. Araba yerine koyduğumuz terliklerden, sevdiğimizin bir tebessümüne kadar eklediğimiz her anısıyla kocaman bir tablo. Güzel anılarıyla ve sevdikleri ile dolu mükemmel bir mutluluğun resmi.

Ömür tablo, biz fırça. Çiziyoruz bakalım. Ve güneşi her gördüğümüzde bir kare daha ekliyoruz tablomuza.

Güneşli günler diliyorum hepinize : )

“Sanata davet var”

“Sanata davet var”


Bir şehrin en büyük eksikliği sanattan uzaklaşmasıdır. Tiyatrolarıyla, sergileriyle, konserleriyle, operasıyla ve daha nice sanat dallarıyla bir şehri süslemek gerek . Şehri sanatla donatmak insanlara ruh aşılamanın ön koşuludur bence.
Sanatın insana huzur verdiği muhakkak ki insanlarında huzur bulması o denli ihtiyaçtır. Dolasıyla insanlarımızı birer birer sanata yönlendirmeliyiz. Kendine yaşamsal güveni olmayan bir neslin yetiştiği bir ortamda biraz gereksiz gibi görülebilir aksettiklerim ama sanat ve estetik algısı insani bir ihtiyaçtır.
Devlet eliyle desteklenmeyen sanat dallarını millet olarak yaygınlaştırmak ve sanata değer veren insanlarımızın elini taşın altına koyma vaktinin geldiğini düşünüyorum. Sanatçı olup inzivaya çekilmektense gerçek bir sanatçı olup toplumla iç içe olmayı tercih etmeliyiz.



 Bundan birkaç yıl önce Ondokuzmayıs Üniversitesi Grafik öğrencileri olarak İstanbul ve Samsun’da açtığımız “Engellileri Anlamak” konulu afiş sergisinin İstanbul kısmında sergiyi gezenlerin %80 i turistlerdi. Samsunda turist fazla olmadığından açılış günü hariç diğer günleri sadece bir elin parmakları kadar insanlar ziyaret etmişti.
Ne acı bir durumdur ki hiç mi hiç umursamaz hale geldiğimiz konu sanat. Sadece paranın gündeme alındığı bir sosyokültürel ortamda her şeyin para ile gerçekleşeceğini düşünmek her şeyin para olduğunu düşünmek bir yandan gelecek kaygısı olmakla birlikte bir yandan da ne kadar duygusuzlaştırıldığımızı gözler önüne seriyor bence..
Sadece para ile çözülmez toplum sorunları. “Bir ülkede akıl ve sanattan çok, servete değer verilirse, bilinmelidir ki, orada keseler şişmiş, kafalar boşalmıştır. “ Diyor,  H.FRIEDRICH. Keselerin de şiştiği yok ya neyse ...

Şiddete meylin oldukça arttığı bir şehirde, her gün kadına şiddetin konuşulduğu bir ortamda yaşamak istemiyorsak sizleri sanata davet ediyorum. 

Görünmeyen estetik “Altın Oran”

Görünmeyen estetik “Altın Oran”


Sanatın hemen hemen çoğu alanında karşımıza çıkan bir kavram olan altın oran, estetik algımızı büyük oranda şekillendiren bir gerçek. Göze hoş gelen detaylar, özenle hesaplanmış oranlar. Peki nedir bu altın değerindeki oranlar ? Neden göze hoş gelir ?

Matematik ve sanatta, bir bütünün parçaları arasında gözlemlenen, uyum açısından en yetkin boyutları verdiği sanılan geometrik ve sayısal bir oran bağıntısı olarak geçiyor vikipedia’da. Kısaca matematik ve tasarımın uyumu olduğunu düşünüyorum.

Daha hoş görünme sebebi tabiki algı hiyerarşisinde gizli. Platon'a göre kozmik fiziğin anahtarı bu orandır. Altın oranı bir dikdörtgenin boyunun enine olan "en estetik" oranı olarak tanımlayanlar da vardır.

Altın oranın hoş bir algı yaratması bir yana bir yandan da belirli ölçülere göre hareket etmek bazen tasarım açısından belli bir kalıba sokma olarak algılanmaması gerekir. Canlı anatomisinde bile var olan bu düzen ilişkisi idealize bir karakter yaratmakta ve günümüzde çoğu estetik salonlarında bile uygulanmakta.
İdeal insan ?

Evrene hakim olan sayıların yasası, Tanrı‘nın matematik düzenini ortaya koyacaktır. İşte bu düzeni görmemizi sağlayacak anahtar, altın orandır…





Altın oran sabit değerini kendi sıralı sayı sistemi içerisinde gösteren İtalyan matematikçi Leonardo Fibonacci, bir gün tavşan çiftliği bulunan bir arkadaşıyla tavşanların yavrulaması üzerine konuşurken, En az iki aylık tavşanların yavruladığını öğrenmiş ve buna göre bir çift tavşanla yola çıkıldığında örneğin 100 ay sonra kaç tavşanın olacağı konusunda tartışmışlardır. Bunu bir matematik formülü ile açıklamaya çalışan Fibonacci, hangi ayı bulmak istiyorsak ondan önceki iki ayı toplayıp sonuca ulaşmamız gerektiği kanısına varmıştır. Ve bu çabası sonucunda kendi adıyla anılan sayıları bulmuştur.

“0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584, 4181…”

Yukarıda gösterilen Fibonacci sayıları, kendisinden önceki iki sayının toplamı ile devam etmektedir. Örneğin k sayısı, kendisinden önceki iki sayının (1+1); 13 sayısı da kendisinden önceki iki sayının (5+8) toplamını göstermektedir. “İyi de, peki bu sayıların altın oran ile bağlantısı nedir?” sorusu aklınıza gelebilir, onu da şöyle açıklayalım: Bir Fibonacci sayısının ile kendinden önceki sayıya bölümü ile elde edilen sonuç, 1,618′dir. Örneğin; 987 / 610 = 1,618032… sonucunu vermektedir. Bu durum, 89′dan daha küçük olan Fibonacci sayıları için 0,01 gibi küçük bir farklılıkla ortaya çıksa da, büyük sayıların tamamında sonuç aynıdır.

Milattan önce yapıldığı düşünülen bir yapı olduğu bilinmesine rağmen, altın oranı birebir görebildiğimiz Keops Piramidi’nin taban uzunluğu ile yüksekliğinin birbirine oranı altın oranı vermektedir. Bir başka örnek : İnsan vücudundaki en küçük elementlerde bile altın orandan bahsedilmektedir. DNA, düşey doğrultuda iç içe açılmış iki ayrı sarmaldan oluşmaktadır ve bu sarmalların uzunluğu 34 angström, genişlikleri 21 angtröm’dür. 21 ve 34 sayıları, Fibonacci sayı dizisinde arka arkaya gelen iki sayıdır ve bunların birbirine oranı altın orandır. Bunun gibi bir çok örnek bulmak mümkün..
Yukarıda verilen bilgiler ve sıralanan örneklerden anlaşıldığı üzere, varlık alemi bir sayısal sistem üzerine oturtulmuştur. Parçası olarak bulunduğumuz bu düzen de doğal olarak hoşumuza gidiyor.

“Sanata gizlenmiş CASUS”

Günümüzde pek yaygınlaşan ve ülkeler için önemli derecede bir tehlike olduğunu düşündüğüm bir zihin kontrol akımı olan illuminati, pek çok alanda boy gösteriyor.
Çoğu esere gizlenmiş gizli semboller, müziklere yerleştirilen frekanslar ile insanların fark edemeyeceği bir boyutta zihnine yerleşen ve %80 oranında sonuç veren insanları davranışlarını şekillendiren bir casus. Çok profesyonelce düşünülmüş kullanan ülkeler açısından gizli bir silah niteliğinde.




Ülkelerin benliğini dilini, dinini kısaca kültürünü yok etmek için kullanılan gizli bir örgüt çalışması olan bu illuminizm pek çok sinema filmi, diziler, klipler, tablolar gibi çoğu sanat dalında sıkça kullanılan bir aktivite haline geldi. Günümüzde artık gizlemekten ziyade alelade bir şekilde kullanım da kazandı.
Çocuklarımızı “oyanlansınlar” diye Tv karşısında bir çizgi filmle karşı karşıya bıraktığımızda o diziden filmlerden ne derece etkilendiğinin farkında bile olmadan farklı bir kimlik yaratma girişimi olan bu tehlikenin ne kadar farkındayız ? Teknolojinin bu denli evimize girdiği ortamda ne tür önlemlerimiz var? İlluminati insanları şiddet, korku ve seks konularıyla etkileyip bilinç altında gizli olan id duygusunu gizliden gizliye ortaya çıkarıyor. Bilinçaltı insanın farkına varmadan gözlemlediği ses ve görüntüleri kaydedip davranışlarımızı, karakterimizi şekillendiriyor.
Gördüğümüz rüyalarda birçok farklı yüz tanımadığımızı gördüğümüz insanları da görürüz. “ Hiç tanımıyorum dediğiniz bu kişilikler ya yolda yürürken dikkat etmesenizde göz dağarcığınızın kapsamına giren insanların sureti ya da illuminati akımı ile bir şekilde karşılaştırıldığımız şekiller…

Bu oyuna sanatı alet etmeleri ayrı bir konu ama bu gizli bir kültürel savaş ilanıdır. Ve unutmayınız ki kültürünü kaybeden ülkeler önce benliğini sonra da kendini kaybeder.